27 Haziran 2011 Pazartesi

“Yaa bi Onur Ünsal vardı?”

Diye sordu geçen gün bi arkadaşım. Çok özlediysen git bi Büyük Ev Ablukada konserine, bi Miami dinle kendine gelirsin dedim. Dedim ama sonra düşündüm de onu kastetmiyor, harbiden bir oyuncu Onur vardı, hem de çok sağlam bir oyuncu.

Hala var; takipçisi bilir, yıl boyunca hem Oyun Atölyesi hem Krek'te sahnelerdeydi. “Testosteron”da Kornel ile milleti koparmaya, “Hoop Gitti Kafa”da Bartu Küçükçağlayan’la kayışı koparmaya devam etti. Tiyatroyu ne kadar önemsediği malum. Kesinlikle de önemsemeye devam etmeli zaten, zira sahnede bambaşka bir ışığı, büyüsü olan insanlardan kendisi. Yedi kişilik oyunda hemen her sahnede, repliği olsun olmasın ilgi odağı olup, sadece duruşu ve mimikleriyle dikkatleri üzerine çekerken, iki kişilik oyunda arka planda devleşmeyi başarabilen bir oyuncu. En başarılı tiyatro gruplarında genç yaşta yer edinmek, bu işe ne kadar ciddiyetle ve disiplinle sarıldığının göstergesi ayrıca.

 
Orası öyle de sinemadaki yolu da en az tiyatro kadar açık olmalı sanki. Atıf Yılmaz’ın Eğreti Gelin’i ile bomba bir giriş yapmıştı zaten. Sonrasında Devrim Arabaları ve Pandora’nın Kutusu da adından sıkça söz ettiren ve bambaşka Onur’lar izlememize vesile olan oldukça başarılı projelerdi. Televizyonla pek yıldızının barışmadığını hissetsem de (tamamen şahsi fikrim) Canım Ailem’de Furkan karakteri dizinin izlenmesi için başlı başına bir nedendi.

Velhasıl kelam Kaybedenler Kulübü’ne sadece 10 sn iştirak ederek kattığı rengi düşününce, “yaaa, nerelerdesin birader?” demeden edemiyor insan. Yeni sezon dizilerinin, yazın çekilen filmlerin kadroları açıklandıkça, gözler kendisini aramıyor değil.. Hoş, işi tadında götürüyor olabilir, iki-üç seneye bir film azımsanacak bir istatistik olmayabilir; ama işte…
Kendisinin ne menajerliğine, ne de fan kulüplüğüne soyunduğumuz yok… Ama kelimenin tam anlamıyla “oyuncu” insanlar hep oynasınlar, hep izleyelim istiyor insan.
Ne diyorsak ondan =)

26 Haziran 2011 Pazar

Ne Tarihi Ne Kültür, Öylesine Bir Tur...

Haftasonu İstanbul’un en sevdiğim güzergahlarından birinde yorucu ama oldukça keyifli bi trip attım. Bana çok iyi geliyo, acayip kafa dağıtıyorum valla. Hele de hava çok sıcak değilse ooohhh miss…
Şişhane metro başlangıç için süper. Sonra Galata’ya doğru yokuş aşağı salıyosun. Galata’ya çıkıp bi hava alıp inebilirsin, Kiva'da mola diyeceğim ama daha yolun başı.. En iyisi transit inmek çok takılmadan. Sonra Galata köprüsünden hoop eski İstanbul’a. Balık tutanlara takılabilirsin sararsa..

Geçtin mi Eminönü’ne. Yeni Cami’de kuşlara mısır atmak farz olmuş, onları küstürmek olmaz. Sonra doğru Mısır çarşısına.. Yaa baharat al, lokum al demiyoruz, biliyoruz fiyatlar turist tarifesi. Ama o baharat kokusunu, o taze çekilmiş kahveyi bi çek içine hele.. Sonra yukarı doğru yardır alabildiğine. Sağlı sollu alakasız toptancılar dükkanlar. Kumaşlar, gelinlikler, sünnetlikler. Genç görüp yanına gelip “çeyizlik setlerim var abla, kına takımları, damatlıklar ıvırlar zıvırlar…” diye yapışan abileri kibarca şutlamak gerek maalesef. Neyse işte dümdüz yukarı yardırdın mı, kalabalık ve karmaşık kitleleri aşmayı başarırsan Kapalıçarşı Mahmutpaşa kapısı.


Kapalıçarşı bambaşka bir dünya zaten. Her türlü halı, kilim, deri, kuyum, ne ararsan.. Maksat alışveriş değil zaten, konseptten sapma, atmosferin keyfini çıkar, sokakların akışına bırak kendini. Burada ufak bir tavsiye, yukarıdaki yol gösteren levhalara dikkat. Saçma gelebilir ama, Kapalıçarşı’da kaybolmak hiç zor değil =)

Attın mı kendini dışarı bir kapıdan, Beyazıt olur, Nuruosmaniye olur. Soluklanmayı hak ettin, doğru Çemberlitaş’a medreselere. Nargileyi, tavşan kanı çayını aldın mu, şööyle serin serin bir saatte keyfine bak, kendine gel. Zorlu kısım bitti zaten. Burdan sonrası yokuş aşağı.. Sallan tramvay yolundan aşağı. Çakallık yapıp tramvaya binmek yok. Az inince Sultanahmet zaten. Al bir yanına Sultanahmet’i bir yanına Ayasofya’yı, sadece etraftaki insanları izleyerek akşam edilir orada.

Fotoğrafçılar için malzeme bol güzergahta, meraklısına… Bana o makineyi onca yol taşıttıramaz hiçbir kuvvet, tabiri caizse elimi kolumu sallayarak gezerim ben :)

İster Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağaçları eskortluğunda, ister tramvay yolundan dükkan vitrinlerine baka baka indin mi Sirkeci’ye kadar. E artık acıktık.. Burdan sonra ben olsam bi balık ekmek yuvarlarım köprünün altında. Fasuli’de kuru fasulye de olur… Demlenesin de varsa, o zaman çık Hamdi’ye..
Yemekten sonra çöken rehavete rağmen son bir can havliyle Tophane’ye atabilirsen bünyeyi ne ala..
Günün sonu bir acı kahve, bir hoş sada, bir çift yorgun ama keyifli ayacık :)

23 Haziran 2011 Perşembe

Bir Çocuk Değişir, Türkiye Değişir!..

Hayat felsefesi olarak benimsenebilecek bir motto, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın (TEGV), insana umut aşılayan sloganı.

Dün gece Kanal D’de özel bir yayın vardı, her yıl olduğu gibi. “1 SMS TEGV’e Destek, 6 SMS Bir Çocuğun Geleceği Demek” . Bu tarz işler akşamdan sabaha olmuyor elbette. Parmağınızı şıklatınca değişmiyor dünya, ya da bir çocuğun geleceği aydınlanmıyor. Ama gün içinde eşe, dosta sevgiliye atılan hiçbir mesaj da, “Eğitim” yazıp 3353’e atılan mesajın hazzını vermiyor. Dünyayı kurtarmıyorsunuz belki ama, mesajı gönderdikten sonra, zihninizde gülümseyen bir çocuk resmi beliriveriyor, umutlu ve mutlu bir bakış, parlayan bir çift göz.

Evet bazı şeyler akşamdan sabah değişmiyor ama TEGV bunun bilincinde bir kurum olarak zaten tüm yıl boyunca, gönüllüleriyle birlikte, yurdun dört bir yanındaki eğitim parklarında, gezici ekipleriyle çeşitli illerde çocuklara el uzatmaya, umut aşılamaya devam ediyor. Okul eğitimine destek olmak, çocukların boş vakitlerini değerlendirebileceği, sokağa alternatif, yeteneklerini, kendilerini tanıyabilecekleri bu parklarda çocuklar, belki de gerçekten bir birey olduklarını ilk kez hissediyorlar.

Akşam gerçekleştirilen programda, daha önce “okuyorum, oynuyorum” projesinde de çeşitli illerde çocuklara drama eğitimi vererek TEGV’e destek olan Cem Davran, Ezgi Mola, Saadet Işıl Aksoy, Mert Fırat ve Deniz Çakır gibi oyuncuların ve diğer konuk olan ünlülerin gelen SMS sayısını artırmak için gösterdikleri çaba, her gelen bağışta gözlerinden okunan mutluluk bile bunun tek taraflı bir kazanç olmadığının en önemli göstergesiydi belki de. Evet bir çocuk değişiyor belki yapılan bir bağışla, ya da gönüllü olarak yer aldığınız bir organizasyonla. Ancak dün akşam açıkça görüldü ki o bir çocuk değişirken, karşısındaki insanları da değiştiriyor, onları da daha mutlu, daha erdem sahibi yapıyor. Burcu Esmersoy’un dürüstçe anlattığı anısında olduğu gibi, kırtasiyeden aldığınız 50 defter 50 kalemin aslında X markadan aldığınız bir t-shirt kadar bile etmediğini görünce bir durup düşünüyorsanız, kazanan sadece çocuklar değil kesinlikle.


Dün gece hedeflenen rekor kırılamamış, istendiği kadar bağış toplanmamış olabilir, gecenin o saatine koyulan programdan mucizeler beklemek de doğru değildi zaten belki. Ama, dün geceyi kaçırdım, aa ben SMS atmadım diyenler, tüm yıl boyunca TEGV’e çeşitli kanallardan bağışta bulunabilir, bir TEGV gönüllüsü olarak bizzat gidip o çocuklara dokunabilir, gözlerindeki ışığı keşfetme hazzını yaşayabilir.  Bkz. http://www.tegv.org.tr/

21 Haziran 2011 Salı

Büyük Ev Ablukada... Kek Gibi Kararlı Bir Avuç Çiço

Anlatmakla anlatmamak arasındaki müthiş kararsızlık, çelişkenlik...

Eskisi gibi sırrı gizemi kalmamış gibi görünse de; 100 kişiye sorduk hala 5'i falan mı ne biliyo kendilerini. O yüzden biraz anlatsam diyorum, sonra da kimseler bilmesin, kimseler duymasın kıskançlığı bastırıveriyor. Neyse ben kısaca değineyim, meraklısı araştırsın, takip etsin napalım...

Klişelerden, yarim aşkım gülümlü sözlerden bay mı geldi!.. sanatçı kaprisleri, artizlikleri canına tak mı etti!.. konserlerde VIP, 2. sınıf, kale arkası, kapı önü ayrımcılığından yeterince ezildin mi!.. o zaman elimizde tam sana göre bi grup, taze bi kan var.. "BEA"

Bu canlar; birbirinden delikanlı, neşeli, dramatik, travmatik şarkılarıyla yaza damgalarını vurabilecekken, 2008'den bu yana sessiz ve derinden, inceden ilerleme yoluna gitmiş, yine de tez vakitte sevenleri bir çığ gibi büyümüştür. Kendileri uzunca bi süre last fm, myspace vb. kaynaklardan takip edilirken, en nihayetinde bir albüme imza atmasalarda eserlerini websiteleri üzerinden sevenleriyle buluşturdular, bu noktada bkz. http://www.buyukevablukada.com/  &  http://www.myspace.com/olmadikacariz 

2010-2011 sezonunda da sahaya inerek birbiri ardına verdikleri akustik, elektrikli, falanlı, olaylı konserleriyle iyiden iyiye yer ettiler sevenlerinin gönlünde.

Anlatılmaz yaşanır tadında bir müzik yaptıkları. Bir yandan acayip eğlendirirken, bir yandan insanın içini ezen, damar bi yanları var. damar dedim, kendimdeyim.. "karanlık artık hurda bir eşyadır, ve en güzel yerinde durur evin" damar değil de nedir... "gel beni bul beni bul beni bulll!..." diye inlerken buluyosun kendini. Sonrası, takıl yani takmıyo belli. "Olanla olunmaz" deyip sineye çekiyor, "olduysa olan olur, olmayaydı iyiydi" kaderciliğinde buluyosun çareyi. Sonra bi "çıldırmiiicaaaamm" çekip kendine geliyosun işte..
Valla çok gülmeceli geçiyor konserler. Her bir anı ayrı güzel bir-bir buçuk saat geçirmek garantili. hee, biraz az şarkı var tabi, ondan biraz kısa sürüyo olabilir konserler ne var?

Neyse, şaşılacak bir şekilde kaynayıveriyor kanı insanın işte. Bir konsere gitmek, bir Tayyar Ahmet dinlemek yetiyor bağımlı hale gelmeye :S  "Bi karışsak içlerine" hissiyatı uyandıran bi grup.

Yine de merak edip gelmeyin konserlere, çok kalabalık olmasın :P  yok ben illa gelicem çok merak ettim diyosanız da buyrunuz 2-3- Temmuz One Love Fest @ Santral İstanbul.

mektubuma son verirken, tüm BEA üyelerine selam eder, gözlerinden öperim :*

ses gitar : Canavar Banavar
ses gitar klavye bazen davul : Afordisman Salihins
gitar : ben tek siz hepiniz
bass: bariton
davul : Gelicem nerdesin
hissiyat-ı istesem çalarım ama kaydıma bakarım : balon suyladadolar
ses: galvaniz gelbiraz
bazen Ver bi laf bazen ver bi ses : Baksen Oyalama